Sosyal Medya: İdeal Hayat mı, Gerçek Kimlik mi?
Sosyal medya hep mi böyleydi? Kendimizi durmadan sorgulayıp, benliğimizi değiştirmeye zorlar mıydı, yoksa biz istemeden bu süreç içinde mi bulurduk kendimizi?
Gördüğümüz ulaşılmaz standartların gerçekten varmış gibi yaşamayı bırakmamız için önce kendimizi tanımamız gerekiyor. Ama bir insanın kendisini tanıması ne demek tam olarak? Bu soruyu cevaplamak oldukça zor. Kendimizi ne kadar tanıyoruz? En sevdiğimiz rengi veya yemeği bilmek, kendimizi tanımaya yetiyor mu? Psikolojide sıklıkla bahsedilen "içe dönüş" kavramı, kişinin kendi düşüncelerini ve duygularını incelemesi anlamına gelir. Peki, kendimize nasıl içe dönüş yaparız ve hangi anlarda bunu yapmalıyız? Kendi duygularımızı ve düşüncelerimizi anlamak için içe dönüş yapmak önemlidir. Bu, zihnimize, bedenimize ve ruhumuza ayırdığımız özel bir an olabilir. Sosyal medyanın bizleri sürüklediği hızdan ve baskılardan bir an olsun uzaklaşarak, gerçekten kim olduğumuzu keşfetmemize yardımcı olabilir mi?
İnsan, kendini tanımaya başladığında kendini sevmeye de başlar. Öz-şefkat geliştiğinde, kendine acımasız olmak eskisi kadar kolay olmayabilir. Ancak sosyal medyanın üzerimizde bıraktığı etki, ekranı kapattığımızda da devam eder. Sosyal yaşamımıza yansıyan bu etki, sanal dünyadaki paylaşımlarımızla gerçek dünyayı karşılaştırmamıza yol açar. Yani soyut bir şeyi somutlaştırmaya başlarız. Oysa sosyal medyada gördüğümüz her şey, gerçeklikten uzak bir güzellik algısı yaratır. En iyi ve en güzel şeyler paylaşıldığı için, biz de her şeyin en iyi ve en güzel olması gerektiğine inanmaya başlarız. Bu algı, içsel huzurumuzu bozar ve kendimizi sürekli olarak eksik hissetmemize neden olabilir.
Bu yanılgıyı, ilişkilerimize de yansıtırız. Karşı tarafa, aslında sosyal medyadan gördüğümüz bir kılıf giydiririz ve onun bu kılıfı giymesini isteriz. Sevdiğimiz insanların, bizim beklediğimiz gibi olmasını bekleriz. Bu kılıfı onlara uydurmak istediğimiz için, aslında olmayacak bir şey gerçekleşmediğinde hayal kırıklığına uğrarız. Peki, gördüklerimizi neden elde etmek için büyük bir çabaya gireriz? Çünkü eksik olduğumuzu ve buna değmeyeceğimizi düşündüğümüzde, bu düşünce bizi alıkoyar. Gerçek sevgiyi, ilgiyi görmekten veya hissetmekten uzaklaşırız. Gerçekle ilgili her şeye dair uyuşmaya başlarız. Ama gerçek hayat gerçekten bu kadar korkutucu mu? Eskiden de mi bu yarışın içindeydik, yoksa insanlar bu kadar fazla erişim sağladıkça, bu algılar mı büyüdü?
Mutluluk, artık çok uzak bir kavram haline geldi. Başarılarımızı başarı olarak saymamaya başladık. İçimizde bir hırs oluşturdu ve asla erişemeyeceğimiz bir noktaya efor sarf etmeye başladık. Artık kendi hedeflerimiz değil, sosyal medyada gördüğümüz "influencer"ların hedeflerine ulaşmaya çalışıyoruz. Kendimize, "Ben sosyal medya dışında kimim? Ve ne konuda başarılıyım?" diye sormuyoruz. Artık sadece birer kopyaya dönüşüyoruz, başkalarının hayatlarını ve başarılarını yeniden yaratmaya çalışıyoruz.
Sonuç olarak, sosyal medya bize sürekli olarak bir “ideal” hayat sunuyor ve biz de bu idealin peşinden sürükleniyoruz. Ancak gerçek başarı, başkalarının hayatlarına özenmekten değil, kendi içsel değerlerimize ve hedeflerimize sadık kalmaktan geçer. Kendimizi tanımadan ve içsel huzurumuzu bulmadan, dışarıdan gelen onaylarla tatmin olamayız. Belki de yapılması gereken şey, bir adım geri atıp, sosyal medyanın yarattığı gürültüden uzaklaşarak, kendi kimliğimizi ve gerçek mutluluğumuzu yeniden keşfetmektir. Çünkü nihayetinde, hayatın anlamı ne sosyal medyada paylaşılan anlarda ne de başkalarının beklentilerinde; gerçek mutluluk, yalnızca kendi içimizde saklıdır.